7 Şubat 2011 Pazartesi

Futbol sevdalısı kızlar için süper proje

Türkiye Futbol Federasyonu kız çocukları için 70 ilde 85 futbol okulu açtı. TFF Futbol Genel Direktörlüğü trafından organize edilen proje 11-12 yaş grubuna yönelik olarak gerçekleştiriliyor. Proje kapsamında 85 futbol okulu faaliyete geçmiş durumda. Bu okullarda Mayıs 2011'e kadar toplam 14 bin çocuğa temel futbol eğitimi verilmiş olacak.

Daha da önemlisi futbola devam etmek isteyenler Futbol Teknik Eğitim Merkezleri ve kulüplere yönlendirilecek. Ayrıca Eğitim verecek antrenörler MEB'e bağlı okullardan beden eğitimi öğretmenleri ya da BESYO mezunlarından seçildi. Antrenman programları kız çocuklarının eğlenirken öğrenmelerini sağlayacak interaktif ve yaratıcı uygulamalar içeriyor.


TFF Futbol Genel Direktörü Ersun Yanal, kız futbol okullarının bayan futbolu için çok büyük bir atılım olduğunu belirterek "Her yaş kategorisinde ve tüm bölgelerimizde kızlarımızı futbola kazandırarak bayan futbolcu havuzunu geliştirmeye çalışıyoruz. Böylelikle bayan futbolunu tabana yayarak kulüplerimize ve milli takımlarımıza iyi futbol eğitimi almış daha fazla oyuncu kazandırmak istiyoruz. Kız futbol okulları ile kızlarımızın futbola başlama yaşına erkene çekip, onların küçük yaşta bu güzel oyunla tanışmalarını arzu ediyoruz" dedi.

Ayrıntılı bilgiye Futbol Federasyonu'nun sitesinden ulaşabilirsiniz.


20 Haziran 2009 Cumartesi

Transfer ve Fenerbahçe Geleneği…

Ülkemizde futbolla ilgili pek çok şey tartışmalıdır. Kulüplerden futbolculara, yöneticilerden teknik adamlara, hakemlerden yorumculara kadar futbola ilişkin olup da tartışmasız kabul edilebilecek hükümlere kolay kolay ulaşamazsınız. Herkesin bir bildiği, heybesinde acil durumlarda başvurabileceği bir sihirli argümanı vardır.

Bir tek şey hariç: Transfer dendi mi önce Fenerbahçe’ye bakılır. Transfer piyasasını o belirler. Alınacak futbolcuları o saptar. Yerli yıldızı o alır, yabancı yıldızı o getirir. Fenerbahçe “işini” bitirdikten sonra sıra diğerlerine gelir. Bu sene de bu gelenek bozulmadı ve açılan transfer sezonunda sadece Fenerbahçe’nin esamisi okunuyor. Diğerlerinin hala icraata başlayamadıklarından yola çıkarak Fenerbahçe’nin transfer listesini henüz tamamlamadığı sonucunu çıkartıyoruz. Ne var ki transfer mevsimi çok uzun (Eylül başına kadar sürecek) ve biz de bu listenin tamamlanmasını bekleyemeden gelecek sezon Fenerbahçe kadrosunda yer alması kesinleşen isimleri tanıtalım dedik.

Fenerbahçe son yıllarda ön plana çıkmış olan Türkiye Ligi futbolcularından (şimdilik) 4 tanesini renklerine bağladı. Bu “ön plana çıkan futbolcu listesi” birçok otoriteye göre zaten yedi veya sekizi aşmazken bunlardan dördünü almak bile bu sezonun transfer açısından hareketli ve özel bir yıl olacağını anlatıyor hepimize.

Fenerbahçe Sivasspor’dan Brezilyalı Bilica’yı, Gaziantepspor’dan Bekir’i, Kayserispor’dan Mehmet Topuz’u ve Ankaraspor’dan Özer Hurmacı’yı transfer etti. Şimdi bu futbolcuları biraz daha tanıyalım.

Fábio Alves da Silva BİLİCA

Doğum Tarihi: 14.01.1979

Boy: 187 cm

Kilo : 80 Kg

Mevkii : Defans

Oynadığı Kulüpler: Bahia (Brezilya), Venezia (İtalya), Brescia (İtalya), Palermo (İtalya),Ancona (İtalya), Goias (Brezilya), Gremio (Brezilya), Köln (Almanya), İstre (Fransa), Cluj (Romanya) ve Sivasspor.

1998-2000 yılları arasında 16 kez Brezilya yirmi yaş altı takımında top koşturan Bilica, 2 gol atarken, 2000 Sydney Olimpiyatları'nda da milli takımda forma şansı buldu.

Bekir İRTEGÜN

Doğum Tarihi: 20.04.1984

Boy: 185 cm

Kilo: 76 Kg

Mevkii: Defans

Oynadığı Kulüpler: Gaziantepspor ve Gaziantep BBSpor.

2000-2003 yılları arasında toplam 26 kez Türkiye A Genç Milli futbol takımı, 2 kez Türkiye 15 yaş altı Milli takımı, 8 kez Türkiye 16 yaş altı Milli takımı, 10 kez Türkiye 19 yaş altı Milli takımı, 6 kez Türkiye 20 yaş altı Milli takımı, 26 kez Türkiye 21 yaş altı Milli futbol takımı formalarını giydi. 2005 yılında Akdeniz Kupası'nda 5 kez olimpik milli takımda oynayan Bekir İtegün, 2007 yılında ise 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası grup elemelerinde Norveç maçında A Milli takım formasını giydi.

Mehmet TOPUZ

Doğum Tarihi: 07.09.1983

Boy: 180 cm.

Kilo: 72 Kg.

Mevkii: Orta Saha

Oynadığı Kulüpler: Kayseri Yolspor, Kayseri Erciyesspor, Kayserispor.

21 kez Türkiye Ümit Milli Futbol Takımı forması giymiştir. Türkiye Milli Futbol Takımı formasını ise ilk kez 2006 yılında oynanan Çek Cumhuriyeti maçında giymiştir. Milli forma ile 20 maçta görev almıştır.

Özer HURMACI

Doğum Tarihi : 20.11.1986

Boy: 174 cm.

Kilo: 70 Kg.

Mevkii: Orta Saha

Oynadığı Kulüpler: Hermania Kassel, Türkgücü Kassel, Baunatal (Almanya) ve Ankaraspor.

Özer Hurmacı 23 kez Ümit Milli, 1 kez A Milli takımda oynadı.

14 Haziran 2009 Pazar

Transfer nedir, ne zaman ve nasıl yapılır?


Sıcakların bastırdığı, sezonun bittiği şu günlerde gündemin en sıcak haberlerini transferler oluşturuyor. Peki, transfer nedir, nasıl yapılır, belli bir süresi var mıdır?

Bu konularda izleyicilerimizi aydınlatmayı bir borç bilerek ilk transfer dosyamızı açıyoruz.

Transfer kısaca bir futbolcunun başka bir kulübe geçmesi demektir. Tabii bu işlemin belli kurallar dâhilinde olması gerekmektedir.

(Ayrıntılı bilgi için bkz: http://www.tff.org/Resources/TFF/Documents/2009DK/TFF/tlmt/PFSTT_10-06-2009.pdf)

Biz burada bu kuralların belli başlarını, günlük yaşamda bizi kurtaracak kadar olanını işlemeye çalışacağız.
Öncelikle her futbol sezonu için iki tane transfer dönemi olmaktadır. Bunların kesin tarihleri her sezon için Futbol Federasyonu tarafından belirlenmekle birlikte, birinci dönem Haziran-Eylül arasını, ikinci dönemse Ocak ayını kapsamaktadır (2009-2010 sezonu birinci transfer dönemi 8 Haziran-1 Eylül 2009 tarihleri arasında, ara transfer olarak adlandırılan ikinci transfer dönemi ise 4 Ocak-1 Şubat 2010 tarihleri arasında olacaktır).

Bir futbolcunun transfer yapabilmesi için kısaca ya bağlı bulunduğu kulüple yaptığı sözleşmenin son bulmuş olması ya da hem kulübünün hem de kendisinin başka bir kulüpten gelen transfer teklifine olumlu cevap vermesi gerekmektedir.

Bir transfer sözleşmesi en az bir yıllık en çok beş yıllık olabilmektedir. Bu süre içinde futbolcu başka bir kulüple transfer görüşmesi dahi yapamaz, cezaya tabiidir. Bu kuralın iki istisnası vardır. Birincisi futbolcu kendi kulübünün izniyle bu görüşmeleri yapabilir. İkincisi ise sözleşmenin son altı ayında futbolcu (eğer sözleşmesi yenilenmemişse) futbolcu istediği kulüple görüşme yapabilir.

Burada bonservis kavramından bahsetmek faydalı olacaktır. Bonservis futbolcunun oynatma haklarını ifade eden bir terimdir. Günümüzde giderek unutulmaya yüz tutan bu tabir geçmişte çok daha önemli bir kavramdı. Eskiden bir futbolcunun kulübüyle sözleşmesi bitmiş olsa bile, kulüp bonservisi diğer kulübe vermeden transfer gerçekleşmiyordu ki bu durumda transferler genellikle kulüpler için futbolculardan çok daha fazla kazançlı oluyorlardı. Günümüzde bu kural kalktığı için sadece sözleşme süresi dolan futbolcuların transferinde kulüpleri bir kazanım elde edebilmektedirler. Dolayısıyla elindeki futbolcuyu kaybetmek istemeyen kulüpler süre dolmadan sözleşme yenilemek zorunda kalmaktadırlar.

Bir de futbolcu kiralama ya da formel adıyla “geçici transfer” vardır. Burada futbolcunun kulübüyle sözleşmesi feshedilmeden, geçici bir süre için başka bir kulüpte oynamasına olanak tanınmaktadır. Bu geçici süre sonunda futbolcu asıl kulübüne dönmektedir.

Transfer konusuna içinde bulunduğumuz dönem itibarıyla birçok kez döneceğiz.

6 Haziran 2009 Cumartesi

Frank Rijkaard Galatasaray Teknik Direktörü…

Sarı kırmızılı kulüple 2 yıllığına anlaşan Rijkaard’ın yardımcılığını, Hollanda futbolunun efsane isimlerinden Johan Neeskens yapacak. Taraftar cephesinde ise mutluluk rüzgârları esiyor. Kızlar İçin Futbol ekibinin Galatasaray forumlarında yaptığı araştırmaya göre Rijkaard adından rahatsız olan taraftar yok gibi.

Rijkaard imza töreni sonrası yaptığı açıklamada “Biz, futbol olarak en iyisini ortaya koymak istiyoruz. Taraftarlarımızın futboldan zevk almasını istiyoruz” dedi.


Frank Rijkaard kimdir, eserleri nelerdir?

Öncelikle futbolla “ilgilenen” herhangi birinin Rijkaard’ı tanımama lüksü yoktur, olamaz. Rijkaard Hollanda ekolünün ve Ajax Amsterdam’ın (bu kulübe Dünya Çapında Futbolcu Üretme Merkezi de diyebiliriz) dünya futboluna en önemli katkılarından, 1980’li ve 90’lı yılların efsane futbolcularından biridir. Özellikle Marco Van Basten ve Ruud Gullit’le İtalya’nın Milan kulübünde geçirdiği 5 yıl futbolseverler için unutulmazdır.


Rijkaard solunda Van Basten ve sağında Gullit'le Milan yıllarında, kazanılmış bir kupayla...

1962 yılında Amsterdam’da Surinamlı ve Hollandalı bir çiftin çocuğu olarak dünyaya gelen ve Ajax Futbol Okulunda yetişen Rijkaard’ın futbolculuk kariyeri başarılarla dolu. Kısaca belirtecek olursak…

  • 1987’de Ajax’la Kupa Galipleri Kupası
  • 1988’de Hollanda Milli Takımı’yla Avrupa Şampiyonası
  • 1989 ve 1990’da Milan’la 1995’de Ajax’la Şampiyonlar Ligi
  • 1992 Avrupa Şampiyonası’nda Hollanda formasıyla final

Bunlar Rijkaard’ın sadece uluslar arası en büyük organizasyonlardaki başarıları. Bunların dışında Ajax formasıyla 4 Hollanda Ligi Şampiyonluğu, 2 Hollanda Kupası ve Milan’la 2 İtalya Ligi şampiyonluğu ve 1 İtalya Kupasını da saymalıyız.

Rijkaard’la ilgili yaşı müsait her futbolseverin hafızasında saklanan bir anı da 1990 Dünya Kupası’nda Almanya-Hollanda yarı final maçında Alman santrafor Völler’e tükürmesi ve maçın 22. Dakikasında her iki futbolcunun da kırmızı kart görmesidir.

Frank Rijkaard futbolculuk kariyerine 1995 yılında son verdikten sonra 2000 yılındaki Avrupa Şampiyonası’na Hollanda Milli Takımı’nın Teknik Direktörü olarak katıldı. Yarı finalde elendikten sonra da istifa etti. 2001 Yılında Hollanda’nın köklü kulüplerinden Sparta Rotterdam’ın başına geçen Rijkaard, takımının küme düşmesini engelleyemedi.

2003 yılında Barcelona’nın Teknik Direktörü oldu. İlk yılında başarıyı yakalayamadıysa da takımını 2005 ve 2006’da İspanya, yine 2006 yılında Şampiyonlar Ligi Şampiyonu yapmayı bildi.

Barcelona’yla ulaştığı başarıları kadronun kalitesine bağlayan yorumları (Rijkaard’ın teknik direktörlüğünü) test etmek için Galatasaray Teknik Direktörlüğü iyi bir fırsat olacak.

Haziran’da Milli Maç… Türkiye Deplasmanda Fransa’ya 1-0 yenildi…


Lyon’da ki Stad de Gerland’da yapılan özel maçı Fransa 38. Dakika’da penaltıdan Benzema’nın attığı golle 1-0 Fransa kazandı. Penaltı pozisyonunda İbrahim Üzülmez kırmızı kart gördü.

2008-2009 Futbol sezonunu da bu maçla birlikte kapatmış olduk. Bu maçın herhangi bir öneminin olmadığını düşünüyoruz. Türkiye Milli Takımı’nda oynayan futbolcular uzun bir süredir zaten özel milli maçlara pek bir değer atfetmiyor. Buna ek olarak bu maçta Hamit Altıntop, Emre Belezoğlu ve Nihat Kahveci gibi yıldızlar da yer almadı. Fransa ise hafta içinde oynadığı Nijerya Milli Maçını bile kaybetmişti. Sonuç olarak Fransa’daki Türkiyeliler dışında(Lyon’da 150 bin kadar Türkiyelinin yaşıyor) fazla kimsenin ciddiye almadığı bir maç oldu. Ama onlar da haddinden fazla önemsediler maçı ve sahaya atılan maddeler sebebiyle hakem maçı 10 dakika kadar durdurmak zorunda kaldı.

Şunu da belirtmeliyiz ki muhtemel bir farklı mağlubiyeti keleci Volkan’ın performansı önledi.

2008-2009 sezonunun kapanmasıyla birlikte transfer mevsimi de start almış oluyor. Bundan sonraki dönemde takımlarımızın transferlerini tanıtmaya çalışacağız.

Fotoğraf: www.tff.org

3 Haziran 2009 Çarşamba

Bir Şampiyonlar Ligi Finali'nin öğrettikleri...


Bu tür büyük maçlar öncesinde sokaklarda gezmek garip oluyormuş ben bunu anladım. Kiminle aynı renk formayı giyiyorsan onunla kardeşsin, git yanına seni bağrına bassın, sarılın beraber, zıplayın, şarkı söyleyin, için... Param yok dersen sana kuruvasan bile alır bence.

Şampiyonlar Ligi Finali’ni Roma Olimpiyat Stadı’nda seyretme imkanı bulan şanslı 82 bin kişinin 2 kişisini tanıyınca maç yancısı olarak final günü Roma'da bulunma şerefine erişmiş oldum. Futbolu sever ve takip ederim, hangi futbolcu hangi takımda, oynar mevkisi nedir bilirim ama maç atmosferi nedir, statta neler olur, hangi taraftar hangi dakika hangi atraksiyonlara girer, stat içinde ve dışında neler yaşanır derseniz o konuda derin eksiklerim var; zira hayatımda sadece bir kere, İnönü Stadında Beşiktaş-Kayseri maçını canlı izledim. O maçta da kale arkasında, püfür püfür esen bir yerde oturduğum için titremekten, maçta ne olduğunu bile doğru düzgün göremedim. Maç atmosferi konusundaki eksiklerimi tamamlamak için bu gezi çok faydalı oldu. Sizinle de paylaşayım:

Roma atkısını alamadık
Misal, bu tür uluslararası maçlardan sonra taraftarlar arasında atkı, forma değiştirildiğini öğrendim. Maç bittikten sonra oyuncuların formalarını değiştirdiğini bilirdim de taraftarın da kendi arasında alışveriş yaptığını bilmezdim. Madem bunu öğrendim unutmayayım diye uygulamak istedim. Hayatımda girdiğim ikinci Stad olan Roma Olimpiyat Stadında Roma-Torino maçından sonra Fenerbahçe atkısını bir Roma atkısıyla değiştirmeye çalıştım fakat yanına yanaştığım eleman bana İtalyanca kızdı. Kızmamış da olabilir, ne dediğini anlamadım ama dostane şeyler söylemedi sanrım.

Otomatik Barcelonalı
İkinci olarak şunu söyleyebilirim ki tanımadığınız insanlarla kaynaşmak için futbol çok güçlü bir silah. Roma turuna başlar başlamaz Barcelona atkısını boynuma taktım. Barcelona’yı çok takip edip bildiğimden değil, Premier League’de eskilerden kalma bir Arsenal sempatim olduğundan otomatik olarak Barcelonalı oluverdim sadece. Roma turuna başlar başlamaz bir otobüs dolusu Barcelona’lı yanımdan geçti ve boynumdaki Barcelona atkısını görüp bana camdan sevgi gösterisinde bulundu. Ben de tabii kendilerine atkımı göstermek suretiyle karşılık verdim. Günün ilerleyen saatlerinde aynı şey Guiza ve Edu formaları giyen arkadaşlarımın da başına geldi. Fenerbahçe’yi ya da Guiza’yı tanıyan Barcelonalı arkadaşlar bizimkilerin yanına yanaşıp laf attılar, sonra da fotoğraf çektirdiler. Burası biraz garip ve idrak etmesi zor. El memleketinde yolda gördüğün bir adam senin tanıdığın bir takımın ya da futbolcunun formasını giyiyor ve sen sırf formayı ya da futbolcuyu tanıyorsun diye bu adamla muhabbet ediyorsun. Hatta bir de hatıra olarak resim çektiriyorsun. 20 yıl sonra çoluk çocuğa Roma fotoğraflarını gösterirken ne diyecekler çok merak ediyorum. “Bu herif de işte Türk müydü, Yunan mıydı neydi, o zamanlar bir Güiza mı Xavi mi ne vardı onun formasını giyiyiyordu da ondan fotoğraf çektirmiştik.” Olayın kahramanı ben olsam olay böyle gelişebilirdi ama tabii ki bu olay onlar için hiçbir zaman böyle gelişmeyecek, çünkü futbola gerçekten gönül verenler hiçbir zaman gitikleri maçları, futbolcu isimlerini ve bu futbolcuların oynadıkları takımları unutmuyorlar. – bu da çıkarılan önemli derslerden biri-




Fenerbahçeli’yle Galatasaraylı’ya noluyor?
Ama diyorum ya futbol güçlü ve garip bir şey. Yine maç günü Roma sokaklarında ilerlerken karşımıza Galatasaray formalı iki kişi çıktı. Bizim Fenerbahçe formalı arkadaşlarla bir süre uzaktan kesiştikten sonra “Hadi bari bir Roma hatırası çekelim” dediler ve beraber fotoğraf çektirdiler. Türkiye’de görseler birbirlerinin yüzüne bile bakmayacak adamlar yabancı memlekette beraber hatıra fotoğrafı çektiriyorlar. Neyin hatırası ayol.

Bu tür büyük maçlar öncesinde sokaklarda gezmek garip oluyormuş, ben bunu anladım. Kiminle aynı renk formayı giyiyorsan onunla kardeşsin, git yanına seni bağrına bassın, sarılın beraber zıplayın şarkı söyleyin, için... Param yok dersen sana kuruvasan bile alır bence. Sözün özü şudur ki, futbol kurallarını bilmek futboldan anlamak değilmiş... Futbol bilmek ve anlamak için bu işin kültürünü ve alt metnini de fark etmek lazımmış...

merve

29 Mayıs 2009 Cuma

Yakın Markaja Almak (Ya da adam adama markaj)

Yakın markaja almak tabirinin güzide futbol medyamızın futbol spikerleri türünün güzel Türkçemize kazandırdığı bir armağan olduğu düşünülmektedir. İlk akla gelen bu işin yakını varsa uzağı ve hatta orta mesafelisi de var mıdır soruları zihin karışıklığına sebep olabilmektedir. Bizim bilebildiğimiz kadarıyla markajın yakını uzağı olmaz, markaj markajdır. İyi markaj, kötü markaj vardır. Ama yakın markaj, uzak markaj yoktur.

Neyse, markaj futbol oyununda rakibin en önemli oyuncusuna karşı alınan özel önlemi ifade eder. Eğer rakibinizin oyun planı bir futbolcu üzerine kuruluyorsa, ya da rakip takımda çok özel yetenekleri olan bir oyuncu mevcut ise bu futbolcuyu etkisizleştirebilmek için takımınızdan bir futbolcuyu onu savunmakla görevlendirirsiniz. Oyuncunuz, marke etmekle görevli olduğu oyuncunun peşinden ayrılamayacağı için sizin hücumlarınızda da bir katkısı olmaz. Ama burada önemli olan rakibinizin yıldızını etkisiz hale getirmektir.

Buradan yola çıkılarak güçlü bir rakiple oynanacak olan maçta bütün takımı adam adama oynatıp maçı 0-0’a bağlama düşüncesi ilk anda mantıklı bir fikir gibi gelebilir. Ancak ne var ki günümüzün çağdaş futbolunda adam adama savunma anlayışına yer yoktur. Adam adama savunma anlayışı rakibin kaliteli futbolcuları tarafından kolaylıkla aşılabilmekte ve en kötüsü takım içinde yardımlaşma ve dayanışmayı yok ederek takım ruhuna darbe vurmaktadır.

Tandem

Eskiden futbolda defansın arkasında görev alan ve libero adını verdiğimiz son derece yetenekli, göze hoş gelen bir oyun anlayışına sahip futbolcular olurdu. Bu oyuncular önlerindeki defans arkadaşları rakip forvetlerle mücadele ederken aradan topu alıp ileride bekleyen en uygun arkadaşlarına topu iletmeye çalışırlardı. Ya da duruma göre kendileri topla çıkarak atak geliştirirlerdi. O yüzden bu futbolcular defansta oynamalarına rağmen top teknikleri, oyun zekâları son derece yüksek futbolcular arasından seçilirdi (Dünyadan Beckenbauer, ülkemizden Alpaslan Eratlı isimleri ilk akla gelenlerdir) .

Günümüzün modern futbolunda ise koşullar alan savunmasını dayatmaktadır. Alan savunmasında ise rakibe karşı önlemleri hep birlikte almak zorundasınızdır. Günümüzün futbolu statik bir görev anlayışlarını kabul etmemektedir. O yüzden de defansta, kalecinin önünde oynayan iki futbolcunun hem stoper hem libero özelliklerini birlikte taşıması gerekmektedir. Böylece rakip akın ne taraftan gelirse o taraftaki defans futbolcusu stoper görevini, onun yanında oynayan arkadaşı ise libero görevini üstlenmekte, bir sonraki atak diğer yönden geldiğinde ise bu sefer görevler değişmektedir. Alan savunmasını hakkıyla yapabilen tandem örneklerine ülkemizde pek sık rastlanmamaktadır. Tandemin ülkemizdeki klasik örneği 1990’lı yıllarda Fenerbahçe defansının merkezini oluşturan unutulmaz Uche - Högh ikilisidir.

Endirekt Serbest Vuruş

Endirekt serbest vuruşun - ki çift vuruş tabiri de kullanılmaktadır bu kural için - özelliğini kısaca şöyle izah edebiliriz: Endirekt serbest vuruş kullanıldıktan sonra top hiç bir oyuncuya temas etmeden kaleye girerse gol olarak sayılmaz. Bu temasın bilinçli olması ya da aynı takımdan veya rakip takımdan bir futbolcuyla olması da önemli değildir. Örneklerle açıklarsak. Mesela çift vuruşu kullanan futbolcu dönüp kendi kalecisine pas olarak kullanmak isteyebilir. Ve top hiç kimseye temas etmeden kendi kalesine girebilir. Bu durumda hakem korner kararı vermek zorundadır. Aynı şekilde oyuncu topu rakip kaleye doğru kullandığında ve top kaleye girdiğinde hakem avut kararı vermek zorundadır. Ancak rakip kaleci dikkatsizlik ya da panikle bu topu tutmaya çalışırken ellerinden kaçırarak kaleye girmesine engel olamazsa bu sefer de hakem gol kararı vermek zorundadır. Ve kaleci bir nevi kendi kalesine gol atmış olacaktır.

Endirekt serbest vuruşa yol açan hareketlerse çok çeşitli olabilmektedir. Avut atışı ve ofsayttan kaynaklananlardan başlayarak kaleciye verilen pasın kaleci tarafından elle tutulması, rakibe ayak tabanını göstererek müdahale etmek, kafayla topa vurma seviyesinde rakibe tehlike oluşturacak şekilde ayakla topa vurmaya çalışmak veya tam tersi gibi birçok sebep sayabiliriz.

Altı pas

Altı pas kısaca kale sahası anlamına gelmekte ve genellikle daha yaşlı futbolseverler ya da futbol yorumcuları tarafından kullanılan bir tabir olarak dikkat çekmektedir. Kale sahasını oluşturan çizginin kaleye uzaklığı 6 yardaya tekabül eden 5,5 metredir ki bu isimde buradan gelmektedir.

28 Mayıs 2009 Perşembe

2009’un Şampiyonu Barcelona…


2008-2009 sezonunun finali dün gece Roma Olimpiyat Stadı’nda yapıldı ve Manchester United’ı 2-0 yenen Barcelona en büyük kupayı aldı.

Barcelona defansının üç önemli ismi, Marquez, Abidal ve Dani Alves’in yokluğunu fırsata çevirmek isteyen M. United maça daha hareketli başladı ve Portekizli yıldızı Ronaldo ile tehlikeli akınlar geliştirdi. Ancak Barcelona 10. Dakikada Etoo ile yakaladığı ilk fırsatı gole çevirmesiyle M. United’ın baskı taktiği ağır yara aldı ve Barcelona klasik oyununu göstermeye başladı. Kendini fazla sıkmadan, mümkün olduğunca çok pas yaparak ilk yarıyı bu skorla kapadı. İlk yarının en heyecanlı anlarından biri Arjantinli Messi’nin üst direği sıyırarak çıkan füzesi oldu.

M. United T. Direktörü Alex Ferguson’un İkinci yarı başındaki Anderson-Tevez değişikliğinin oyunda bir karşılığı olmadı. Bu dakikalar Barcelona’nın teknik ve taktik üstünlüğü ile M. United’in hırsla patlama çabalarıyla geçerken, 70. Dakikada Messi’nin çok şık kafa golüyle sonuç büyük ihtimalle belli olmuş oluyordu.

Bundan sonra M. United’in yaptığı sertlikler yenilgiyi kabullenmişliği ama farkın açılmasına karşı da bir tehdidi anlatıyordu.

Nitekim öyle de oldu ve maç skor olarak 2-0, ancak oyun açısından çok farklı bir şekilde Barcelona lehine sonuçlandı.

Şampiyonlar Ligi Finali bir anlamda 2009 sezonunun da sonunu ifade ediyor. Bundan sonraki bir-iki lig haftasıyla aktif futbol tatile giriyor, ama transfer sezonu bütün heyecanıyla açılıyor. Buradan çıkaracağımız sonuç da futbol muhabbetinin kolay kolay bitmeyeceği.

Fotoğraf: www.milliyet.com.tr