20 Haziran 2009 Cumartesi

Transfer ve Fenerbahçe Geleneği…

Ülkemizde futbolla ilgili pek çok şey tartışmalıdır. Kulüplerden futbolculara, yöneticilerden teknik adamlara, hakemlerden yorumculara kadar futbola ilişkin olup da tartışmasız kabul edilebilecek hükümlere kolay kolay ulaşamazsınız. Herkesin bir bildiği, heybesinde acil durumlarda başvurabileceği bir sihirli argümanı vardır.

Bir tek şey hariç: Transfer dendi mi önce Fenerbahçe’ye bakılır. Transfer piyasasını o belirler. Alınacak futbolcuları o saptar. Yerli yıldızı o alır, yabancı yıldızı o getirir. Fenerbahçe “işini” bitirdikten sonra sıra diğerlerine gelir. Bu sene de bu gelenek bozulmadı ve açılan transfer sezonunda sadece Fenerbahçe’nin esamisi okunuyor. Diğerlerinin hala icraata başlayamadıklarından yola çıkarak Fenerbahçe’nin transfer listesini henüz tamamlamadığı sonucunu çıkartıyoruz. Ne var ki transfer mevsimi çok uzun (Eylül başına kadar sürecek) ve biz de bu listenin tamamlanmasını bekleyemeden gelecek sezon Fenerbahçe kadrosunda yer alması kesinleşen isimleri tanıtalım dedik.

Fenerbahçe son yıllarda ön plana çıkmış olan Türkiye Ligi futbolcularından (şimdilik) 4 tanesini renklerine bağladı. Bu “ön plana çıkan futbolcu listesi” birçok otoriteye göre zaten yedi veya sekizi aşmazken bunlardan dördünü almak bile bu sezonun transfer açısından hareketli ve özel bir yıl olacağını anlatıyor hepimize.

Fenerbahçe Sivasspor’dan Brezilyalı Bilica’yı, Gaziantepspor’dan Bekir’i, Kayserispor’dan Mehmet Topuz’u ve Ankaraspor’dan Özer Hurmacı’yı transfer etti. Şimdi bu futbolcuları biraz daha tanıyalım.

Fábio Alves da Silva BİLİCA

Doğum Tarihi: 14.01.1979

Boy: 187 cm

Kilo : 80 Kg

Mevkii : Defans

Oynadığı Kulüpler: Bahia (Brezilya), Venezia (İtalya), Brescia (İtalya), Palermo (İtalya),Ancona (İtalya), Goias (Brezilya), Gremio (Brezilya), Köln (Almanya), İstre (Fransa), Cluj (Romanya) ve Sivasspor.

1998-2000 yılları arasında 16 kez Brezilya yirmi yaş altı takımında top koşturan Bilica, 2 gol atarken, 2000 Sydney Olimpiyatları'nda da milli takımda forma şansı buldu.

Bekir İRTEGÜN

Doğum Tarihi: 20.04.1984

Boy: 185 cm

Kilo: 76 Kg

Mevkii: Defans

Oynadığı Kulüpler: Gaziantepspor ve Gaziantep BBSpor.

2000-2003 yılları arasında toplam 26 kez Türkiye A Genç Milli futbol takımı, 2 kez Türkiye 15 yaş altı Milli takımı, 8 kez Türkiye 16 yaş altı Milli takımı, 10 kez Türkiye 19 yaş altı Milli takımı, 6 kez Türkiye 20 yaş altı Milli takımı, 26 kez Türkiye 21 yaş altı Milli futbol takımı formalarını giydi. 2005 yılında Akdeniz Kupası'nda 5 kez olimpik milli takımda oynayan Bekir İtegün, 2007 yılında ise 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası grup elemelerinde Norveç maçında A Milli takım formasını giydi.

Mehmet TOPUZ

Doğum Tarihi: 07.09.1983

Boy: 180 cm.

Kilo: 72 Kg.

Mevkii: Orta Saha

Oynadığı Kulüpler: Kayseri Yolspor, Kayseri Erciyesspor, Kayserispor.

21 kez Türkiye Ümit Milli Futbol Takımı forması giymiştir. Türkiye Milli Futbol Takımı formasını ise ilk kez 2006 yılında oynanan Çek Cumhuriyeti maçında giymiştir. Milli forma ile 20 maçta görev almıştır.

Özer HURMACI

Doğum Tarihi : 20.11.1986

Boy: 174 cm.

Kilo: 70 Kg.

Mevkii: Orta Saha

Oynadığı Kulüpler: Hermania Kassel, Türkgücü Kassel, Baunatal (Almanya) ve Ankaraspor.

Özer Hurmacı 23 kez Ümit Milli, 1 kez A Milli takımda oynadı.

14 Haziran 2009 Pazar

Transfer nedir, ne zaman ve nasıl yapılır?


Sıcakların bastırdığı, sezonun bittiği şu günlerde gündemin en sıcak haberlerini transferler oluşturuyor. Peki, transfer nedir, nasıl yapılır, belli bir süresi var mıdır?

Bu konularda izleyicilerimizi aydınlatmayı bir borç bilerek ilk transfer dosyamızı açıyoruz.

Transfer kısaca bir futbolcunun başka bir kulübe geçmesi demektir. Tabii bu işlemin belli kurallar dâhilinde olması gerekmektedir.

(Ayrıntılı bilgi için bkz: http://www.tff.org/Resources/TFF/Documents/2009DK/TFF/tlmt/PFSTT_10-06-2009.pdf)

Biz burada bu kuralların belli başlarını, günlük yaşamda bizi kurtaracak kadar olanını işlemeye çalışacağız.
Öncelikle her futbol sezonu için iki tane transfer dönemi olmaktadır. Bunların kesin tarihleri her sezon için Futbol Federasyonu tarafından belirlenmekle birlikte, birinci dönem Haziran-Eylül arasını, ikinci dönemse Ocak ayını kapsamaktadır (2009-2010 sezonu birinci transfer dönemi 8 Haziran-1 Eylül 2009 tarihleri arasında, ara transfer olarak adlandırılan ikinci transfer dönemi ise 4 Ocak-1 Şubat 2010 tarihleri arasında olacaktır).

Bir futbolcunun transfer yapabilmesi için kısaca ya bağlı bulunduğu kulüple yaptığı sözleşmenin son bulmuş olması ya da hem kulübünün hem de kendisinin başka bir kulüpten gelen transfer teklifine olumlu cevap vermesi gerekmektedir.

Bir transfer sözleşmesi en az bir yıllık en çok beş yıllık olabilmektedir. Bu süre içinde futbolcu başka bir kulüple transfer görüşmesi dahi yapamaz, cezaya tabiidir. Bu kuralın iki istisnası vardır. Birincisi futbolcu kendi kulübünün izniyle bu görüşmeleri yapabilir. İkincisi ise sözleşmenin son altı ayında futbolcu (eğer sözleşmesi yenilenmemişse) futbolcu istediği kulüple görüşme yapabilir.

Burada bonservis kavramından bahsetmek faydalı olacaktır. Bonservis futbolcunun oynatma haklarını ifade eden bir terimdir. Günümüzde giderek unutulmaya yüz tutan bu tabir geçmişte çok daha önemli bir kavramdı. Eskiden bir futbolcunun kulübüyle sözleşmesi bitmiş olsa bile, kulüp bonservisi diğer kulübe vermeden transfer gerçekleşmiyordu ki bu durumda transferler genellikle kulüpler için futbolculardan çok daha fazla kazançlı oluyorlardı. Günümüzde bu kural kalktığı için sadece sözleşme süresi dolan futbolcuların transferinde kulüpleri bir kazanım elde edebilmektedirler. Dolayısıyla elindeki futbolcuyu kaybetmek istemeyen kulüpler süre dolmadan sözleşme yenilemek zorunda kalmaktadırlar.

Bir de futbolcu kiralama ya da formel adıyla “geçici transfer” vardır. Burada futbolcunun kulübüyle sözleşmesi feshedilmeden, geçici bir süre için başka bir kulüpte oynamasına olanak tanınmaktadır. Bu geçici süre sonunda futbolcu asıl kulübüne dönmektedir.

Transfer konusuna içinde bulunduğumuz dönem itibarıyla birçok kez döneceğiz.

6 Haziran 2009 Cumartesi

Frank Rijkaard Galatasaray Teknik Direktörü…

Sarı kırmızılı kulüple 2 yıllığına anlaşan Rijkaard’ın yardımcılığını, Hollanda futbolunun efsane isimlerinden Johan Neeskens yapacak. Taraftar cephesinde ise mutluluk rüzgârları esiyor. Kızlar İçin Futbol ekibinin Galatasaray forumlarında yaptığı araştırmaya göre Rijkaard adından rahatsız olan taraftar yok gibi.

Rijkaard imza töreni sonrası yaptığı açıklamada “Biz, futbol olarak en iyisini ortaya koymak istiyoruz. Taraftarlarımızın futboldan zevk almasını istiyoruz” dedi.


Frank Rijkaard kimdir, eserleri nelerdir?

Öncelikle futbolla “ilgilenen” herhangi birinin Rijkaard’ı tanımama lüksü yoktur, olamaz. Rijkaard Hollanda ekolünün ve Ajax Amsterdam’ın (bu kulübe Dünya Çapında Futbolcu Üretme Merkezi de diyebiliriz) dünya futboluna en önemli katkılarından, 1980’li ve 90’lı yılların efsane futbolcularından biridir. Özellikle Marco Van Basten ve Ruud Gullit’le İtalya’nın Milan kulübünde geçirdiği 5 yıl futbolseverler için unutulmazdır.


Rijkaard solunda Van Basten ve sağında Gullit'le Milan yıllarında, kazanılmış bir kupayla...

1962 yılında Amsterdam’da Surinamlı ve Hollandalı bir çiftin çocuğu olarak dünyaya gelen ve Ajax Futbol Okulunda yetişen Rijkaard’ın futbolculuk kariyeri başarılarla dolu. Kısaca belirtecek olursak…

  • 1987’de Ajax’la Kupa Galipleri Kupası
  • 1988’de Hollanda Milli Takımı’yla Avrupa Şampiyonası
  • 1989 ve 1990’da Milan’la 1995’de Ajax’la Şampiyonlar Ligi
  • 1992 Avrupa Şampiyonası’nda Hollanda formasıyla final

Bunlar Rijkaard’ın sadece uluslar arası en büyük organizasyonlardaki başarıları. Bunların dışında Ajax formasıyla 4 Hollanda Ligi Şampiyonluğu, 2 Hollanda Kupası ve Milan’la 2 İtalya Ligi şampiyonluğu ve 1 İtalya Kupasını da saymalıyız.

Rijkaard’la ilgili yaşı müsait her futbolseverin hafızasında saklanan bir anı da 1990 Dünya Kupası’nda Almanya-Hollanda yarı final maçında Alman santrafor Völler’e tükürmesi ve maçın 22. Dakikasında her iki futbolcunun da kırmızı kart görmesidir.

Frank Rijkaard futbolculuk kariyerine 1995 yılında son verdikten sonra 2000 yılındaki Avrupa Şampiyonası’na Hollanda Milli Takımı’nın Teknik Direktörü olarak katıldı. Yarı finalde elendikten sonra da istifa etti. 2001 Yılında Hollanda’nın köklü kulüplerinden Sparta Rotterdam’ın başına geçen Rijkaard, takımının küme düşmesini engelleyemedi.

2003 yılında Barcelona’nın Teknik Direktörü oldu. İlk yılında başarıyı yakalayamadıysa da takımını 2005 ve 2006’da İspanya, yine 2006 yılında Şampiyonlar Ligi Şampiyonu yapmayı bildi.

Barcelona’yla ulaştığı başarıları kadronun kalitesine bağlayan yorumları (Rijkaard’ın teknik direktörlüğünü) test etmek için Galatasaray Teknik Direktörlüğü iyi bir fırsat olacak.

Haziran’da Milli Maç… Türkiye Deplasmanda Fransa’ya 1-0 yenildi…


Lyon’da ki Stad de Gerland’da yapılan özel maçı Fransa 38. Dakika’da penaltıdan Benzema’nın attığı golle 1-0 Fransa kazandı. Penaltı pozisyonunda İbrahim Üzülmez kırmızı kart gördü.

2008-2009 Futbol sezonunu da bu maçla birlikte kapatmış olduk. Bu maçın herhangi bir öneminin olmadığını düşünüyoruz. Türkiye Milli Takımı’nda oynayan futbolcular uzun bir süredir zaten özel milli maçlara pek bir değer atfetmiyor. Buna ek olarak bu maçta Hamit Altıntop, Emre Belezoğlu ve Nihat Kahveci gibi yıldızlar da yer almadı. Fransa ise hafta içinde oynadığı Nijerya Milli Maçını bile kaybetmişti. Sonuç olarak Fransa’daki Türkiyeliler dışında(Lyon’da 150 bin kadar Türkiyelinin yaşıyor) fazla kimsenin ciddiye almadığı bir maç oldu. Ama onlar da haddinden fazla önemsediler maçı ve sahaya atılan maddeler sebebiyle hakem maçı 10 dakika kadar durdurmak zorunda kaldı.

Şunu da belirtmeliyiz ki muhtemel bir farklı mağlubiyeti keleci Volkan’ın performansı önledi.

2008-2009 sezonunun kapanmasıyla birlikte transfer mevsimi de start almış oluyor. Bundan sonraki dönemde takımlarımızın transferlerini tanıtmaya çalışacağız.

Fotoğraf: www.tff.org

3 Haziran 2009 Çarşamba

Bir Şampiyonlar Ligi Finali'nin öğrettikleri...


Bu tür büyük maçlar öncesinde sokaklarda gezmek garip oluyormuş ben bunu anladım. Kiminle aynı renk formayı giyiyorsan onunla kardeşsin, git yanına seni bağrına bassın, sarılın beraber, zıplayın, şarkı söyleyin, için... Param yok dersen sana kuruvasan bile alır bence.

Şampiyonlar Ligi Finali’ni Roma Olimpiyat Stadı’nda seyretme imkanı bulan şanslı 82 bin kişinin 2 kişisini tanıyınca maç yancısı olarak final günü Roma'da bulunma şerefine erişmiş oldum. Futbolu sever ve takip ederim, hangi futbolcu hangi takımda, oynar mevkisi nedir bilirim ama maç atmosferi nedir, statta neler olur, hangi taraftar hangi dakika hangi atraksiyonlara girer, stat içinde ve dışında neler yaşanır derseniz o konuda derin eksiklerim var; zira hayatımda sadece bir kere, İnönü Stadında Beşiktaş-Kayseri maçını canlı izledim. O maçta da kale arkasında, püfür püfür esen bir yerde oturduğum için titremekten, maçta ne olduğunu bile doğru düzgün göremedim. Maç atmosferi konusundaki eksiklerimi tamamlamak için bu gezi çok faydalı oldu. Sizinle de paylaşayım:

Roma atkısını alamadık
Misal, bu tür uluslararası maçlardan sonra taraftarlar arasında atkı, forma değiştirildiğini öğrendim. Maç bittikten sonra oyuncuların formalarını değiştirdiğini bilirdim de taraftarın da kendi arasında alışveriş yaptığını bilmezdim. Madem bunu öğrendim unutmayayım diye uygulamak istedim. Hayatımda girdiğim ikinci Stad olan Roma Olimpiyat Stadında Roma-Torino maçından sonra Fenerbahçe atkısını bir Roma atkısıyla değiştirmeye çalıştım fakat yanına yanaştığım eleman bana İtalyanca kızdı. Kızmamış da olabilir, ne dediğini anlamadım ama dostane şeyler söylemedi sanrım.

Otomatik Barcelonalı
İkinci olarak şunu söyleyebilirim ki tanımadığınız insanlarla kaynaşmak için futbol çok güçlü bir silah. Roma turuna başlar başlamaz Barcelona atkısını boynuma taktım. Barcelona’yı çok takip edip bildiğimden değil, Premier League’de eskilerden kalma bir Arsenal sempatim olduğundan otomatik olarak Barcelonalı oluverdim sadece. Roma turuna başlar başlamaz bir otobüs dolusu Barcelona’lı yanımdan geçti ve boynumdaki Barcelona atkısını görüp bana camdan sevgi gösterisinde bulundu. Ben de tabii kendilerine atkımı göstermek suretiyle karşılık verdim. Günün ilerleyen saatlerinde aynı şey Guiza ve Edu formaları giyen arkadaşlarımın da başına geldi. Fenerbahçe’yi ya da Guiza’yı tanıyan Barcelonalı arkadaşlar bizimkilerin yanına yanaşıp laf attılar, sonra da fotoğraf çektirdiler. Burası biraz garip ve idrak etmesi zor. El memleketinde yolda gördüğün bir adam senin tanıdığın bir takımın ya da futbolcunun formasını giyiyor ve sen sırf formayı ya da futbolcuyu tanıyorsun diye bu adamla muhabbet ediyorsun. Hatta bir de hatıra olarak resim çektiriyorsun. 20 yıl sonra çoluk çocuğa Roma fotoğraflarını gösterirken ne diyecekler çok merak ediyorum. “Bu herif de işte Türk müydü, Yunan mıydı neydi, o zamanlar bir Güiza mı Xavi mi ne vardı onun formasını giyiyiyordu da ondan fotoğraf çektirmiştik.” Olayın kahramanı ben olsam olay böyle gelişebilirdi ama tabii ki bu olay onlar için hiçbir zaman böyle gelişmeyecek, çünkü futbola gerçekten gönül verenler hiçbir zaman gitikleri maçları, futbolcu isimlerini ve bu futbolcuların oynadıkları takımları unutmuyorlar. – bu da çıkarılan önemli derslerden biri-




Fenerbahçeli’yle Galatasaraylı’ya noluyor?
Ama diyorum ya futbol güçlü ve garip bir şey. Yine maç günü Roma sokaklarında ilerlerken karşımıza Galatasaray formalı iki kişi çıktı. Bizim Fenerbahçe formalı arkadaşlarla bir süre uzaktan kesiştikten sonra “Hadi bari bir Roma hatırası çekelim” dediler ve beraber fotoğraf çektirdiler. Türkiye’de görseler birbirlerinin yüzüne bile bakmayacak adamlar yabancı memlekette beraber hatıra fotoğrafı çektiriyorlar. Neyin hatırası ayol.

Bu tür büyük maçlar öncesinde sokaklarda gezmek garip oluyormuş, ben bunu anladım. Kiminle aynı renk formayı giyiyorsan onunla kardeşsin, git yanına seni bağrına bassın, sarılın beraber zıplayın şarkı söyleyin, için... Param yok dersen sana kuruvasan bile alır bence. Sözün özü şudur ki, futbol kurallarını bilmek futboldan anlamak değilmiş... Futbol bilmek ve anlamak için bu işin kültürünü ve alt metnini de fark etmek lazımmış...

merve

29 Mayıs 2009 Cuma

Yakın Markaja Almak (Ya da adam adama markaj)

Yakın markaja almak tabirinin güzide futbol medyamızın futbol spikerleri türünün güzel Türkçemize kazandırdığı bir armağan olduğu düşünülmektedir. İlk akla gelen bu işin yakını varsa uzağı ve hatta orta mesafelisi de var mıdır soruları zihin karışıklığına sebep olabilmektedir. Bizim bilebildiğimiz kadarıyla markajın yakını uzağı olmaz, markaj markajdır. İyi markaj, kötü markaj vardır. Ama yakın markaj, uzak markaj yoktur.

Neyse, markaj futbol oyununda rakibin en önemli oyuncusuna karşı alınan özel önlemi ifade eder. Eğer rakibinizin oyun planı bir futbolcu üzerine kuruluyorsa, ya da rakip takımda çok özel yetenekleri olan bir oyuncu mevcut ise bu futbolcuyu etkisizleştirebilmek için takımınızdan bir futbolcuyu onu savunmakla görevlendirirsiniz. Oyuncunuz, marke etmekle görevli olduğu oyuncunun peşinden ayrılamayacağı için sizin hücumlarınızda da bir katkısı olmaz. Ama burada önemli olan rakibinizin yıldızını etkisiz hale getirmektir.

Buradan yola çıkılarak güçlü bir rakiple oynanacak olan maçta bütün takımı adam adama oynatıp maçı 0-0’a bağlama düşüncesi ilk anda mantıklı bir fikir gibi gelebilir. Ancak ne var ki günümüzün çağdaş futbolunda adam adama savunma anlayışına yer yoktur. Adam adama savunma anlayışı rakibin kaliteli futbolcuları tarafından kolaylıkla aşılabilmekte ve en kötüsü takım içinde yardımlaşma ve dayanışmayı yok ederek takım ruhuna darbe vurmaktadır.

Tandem

Eskiden futbolda defansın arkasında görev alan ve libero adını verdiğimiz son derece yetenekli, göze hoş gelen bir oyun anlayışına sahip futbolcular olurdu. Bu oyuncular önlerindeki defans arkadaşları rakip forvetlerle mücadele ederken aradan topu alıp ileride bekleyen en uygun arkadaşlarına topu iletmeye çalışırlardı. Ya da duruma göre kendileri topla çıkarak atak geliştirirlerdi. O yüzden bu futbolcular defansta oynamalarına rağmen top teknikleri, oyun zekâları son derece yüksek futbolcular arasından seçilirdi (Dünyadan Beckenbauer, ülkemizden Alpaslan Eratlı isimleri ilk akla gelenlerdir) .

Günümüzün modern futbolunda ise koşullar alan savunmasını dayatmaktadır. Alan savunmasında ise rakibe karşı önlemleri hep birlikte almak zorundasınızdır. Günümüzün futbolu statik bir görev anlayışlarını kabul etmemektedir. O yüzden de defansta, kalecinin önünde oynayan iki futbolcunun hem stoper hem libero özelliklerini birlikte taşıması gerekmektedir. Böylece rakip akın ne taraftan gelirse o taraftaki defans futbolcusu stoper görevini, onun yanında oynayan arkadaşı ise libero görevini üstlenmekte, bir sonraki atak diğer yönden geldiğinde ise bu sefer görevler değişmektedir. Alan savunmasını hakkıyla yapabilen tandem örneklerine ülkemizde pek sık rastlanmamaktadır. Tandemin ülkemizdeki klasik örneği 1990’lı yıllarda Fenerbahçe defansının merkezini oluşturan unutulmaz Uche - Högh ikilisidir.

Endirekt Serbest Vuruş

Endirekt serbest vuruşun - ki çift vuruş tabiri de kullanılmaktadır bu kural için - özelliğini kısaca şöyle izah edebiliriz: Endirekt serbest vuruş kullanıldıktan sonra top hiç bir oyuncuya temas etmeden kaleye girerse gol olarak sayılmaz. Bu temasın bilinçli olması ya da aynı takımdan veya rakip takımdan bir futbolcuyla olması da önemli değildir. Örneklerle açıklarsak. Mesela çift vuruşu kullanan futbolcu dönüp kendi kalecisine pas olarak kullanmak isteyebilir. Ve top hiç kimseye temas etmeden kendi kalesine girebilir. Bu durumda hakem korner kararı vermek zorundadır. Aynı şekilde oyuncu topu rakip kaleye doğru kullandığında ve top kaleye girdiğinde hakem avut kararı vermek zorundadır. Ancak rakip kaleci dikkatsizlik ya da panikle bu topu tutmaya çalışırken ellerinden kaçırarak kaleye girmesine engel olamazsa bu sefer de hakem gol kararı vermek zorundadır. Ve kaleci bir nevi kendi kalesine gol atmış olacaktır.

Endirekt serbest vuruşa yol açan hareketlerse çok çeşitli olabilmektedir. Avut atışı ve ofsayttan kaynaklananlardan başlayarak kaleciye verilen pasın kaleci tarafından elle tutulması, rakibe ayak tabanını göstererek müdahale etmek, kafayla topa vurma seviyesinde rakibe tehlike oluşturacak şekilde ayakla topa vurmaya çalışmak veya tam tersi gibi birçok sebep sayabiliriz.

Altı pas

Altı pas kısaca kale sahası anlamına gelmekte ve genellikle daha yaşlı futbolseverler ya da futbol yorumcuları tarafından kullanılan bir tabir olarak dikkat çekmektedir. Kale sahasını oluşturan çizginin kaleye uzaklığı 6 yardaya tekabül eden 5,5 metredir ki bu isimde buradan gelmektedir.

28 Mayıs 2009 Perşembe

2009’un Şampiyonu Barcelona…


2008-2009 sezonunun finali dün gece Roma Olimpiyat Stadı’nda yapıldı ve Manchester United’ı 2-0 yenen Barcelona en büyük kupayı aldı.

Barcelona defansının üç önemli ismi, Marquez, Abidal ve Dani Alves’in yokluğunu fırsata çevirmek isteyen M. United maça daha hareketli başladı ve Portekizli yıldızı Ronaldo ile tehlikeli akınlar geliştirdi. Ancak Barcelona 10. Dakikada Etoo ile yakaladığı ilk fırsatı gole çevirmesiyle M. United’ın baskı taktiği ağır yara aldı ve Barcelona klasik oyununu göstermeye başladı. Kendini fazla sıkmadan, mümkün olduğunca çok pas yaparak ilk yarıyı bu skorla kapadı. İlk yarının en heyecanlı anlarından biri Arjantinli Messi’nin üst direği sıyırarak çıkan füzesi oldu.

M. United T. Direktörü Alex Ferguson’un İkinci yarı başındaki Anderson-Tevez değişikliğinin oyunda bir karşılığı olmadı. Bu dakikalar Barcelona’nın teknik ve taktik üstünlüğü ile M. United’in hırsla patlama çabalarıyla geçerken, 70. Dakikada Messi’nin çok şık kafa golüyle sonuç büyük ihtimalle belli olmuş oluyordu.

Bundan sonra M. United’in yaptığı sertlikler yenilgiyi kabullenmişliği ama farkın açılmasına karşı da bir tehdidi anlatıyordu.

Nitekim öyle de oldu ve maç skor olarak 2-0, ancak oyun açısından çok farklı bir şekilde Barcelona lehine sonuçlandı.

Şampiyonlar Ligi Finali bir anlamda 2009 sezonunun da sonunu ifade ediyor. Bundan sonraki bir-iki lig haftasıyla aktif futbol tatile giriyor, ama transfer sezonu bütün heyecanıyla açılıyor. Buradan çıkaracağımız sonuç da futbol muhabbetinin kolay kolay bitmeyeceği.

Fotoğraf: www.milliyet.com.tr

27 Mayıs 2009 Çarşamba

87 milyon sterlin'lik futbolcu...


(Bonservis bedeli: Bir futbolcunun transferinde, transfer edilen futbolcunun kulübüne ödenen bedel. Kulüp ve futbolcu arasındaki sözleşme süresinin sona ermesi durumunda futbolcu, istediği kulübe bedelsiz olarak transfer olabiliyor.)


Futbola olan aşinalığınız son 5-10 yıla dayanıyorsa, başlığı gördüğünüzde aklınıza ilk olarak David Beckham, Zinedine Zidane ya da Ronaldo gibi futbolcular gelmiş olabilir. Yok eğer Barcelona’lı Messi, Manchester United'li Ronaldo gibi isimler canlandıysa gözünüzde, onları direkt pas geçin, çünkü bu isimler erken yaşta (Messi 17, Ronaldo 18 yaşındaydı) bu takımlara geldikleri için henüz büyük transferlere imza atmadılar. Bugüne kadar dünya futbol piyasasında yapılmış en pahal transferler listesinin tepesinde 2001-2002 sezonunda Juventus'tan Real Madrid'e 73.5 milyon avroya giden Zinedine Zidane'ın ismi yazıyor... Bu rekoru 2000-2001 sezonunda Barcelona'dan Real Madrid'e olaylı bir şekilde 60 milyon avro bonservis bedel karşılığında imza atan olan Figo transferi takip ediyor. Ama bu rekorlar listesini yaptığı 7 transferde toplam 87 milyon sterlin bonservis bedeline mal ederek alt eden bir isim var... Üstelik, 2005-2006 sezonunda Süper Lig'de, gözümüzün önünde forma giymiş bir isim bu: Nicolas Anelka...

Bugünün futbol piyasasında bonservis bedeli, futbolcunun değerinin en önemli göstergesi... Bu değeri ise futbolcunun form durumundan kişilik özelliklerine, istikrarına, marka değerinden imajına kadar pek çok bileşen oluşturuyor... Anelka'nın eriştiği 85 milyon sterlin'lik bu tutar, futbol kariyerini özetler nitelikte. Evet belki Anelka 85 milyon Sterlin'e 7 transferde erişti, ancak 7 ayrı takımın da aynı futbolcuya ortalama 10’ar milyon Sterlin bedel ödemiş olması futbol tarihine geçecek cinsten...

Zirveyle başladı, yeniden zirveye kuruldu
Anelka, 10 yıldır o kulüp senin bu kulüp benim yaptığı transferlerin son durağında, İngiltere Premier Ligi ekiplerinden Chelsea'de bu yıl gol kralı oldu ve kariyerinin en verimli sezonunu geride bıraktı. Aslında 1999-2000 yılında 22 milyon sterlin'e transfer olduğu Real Madrid formasıyla, henüz 21 yaşındayken bir Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu tatmıştı. Ancak bu kulüpte yaşadığı sorunlar nedeniyle kendisi adına çok da iyi bir sezon geçirmemiş ve 20 milyon sterlin karşılığında 1995 yılında kariyerine başladığı kulüp olan Fransız Paris Saint-Germain kulübüne geri dönmüştü. Ama huzursuzluk burada da peşini bırakmamış, Liverpool'a kiralık olarak gönderilmişti. Liverpool'da 20 maçta 4 gol atmasına rağmen, bir kez daha istenmeyen adam ilan edilerek 2002 yılında İngiliz Manchester City kulübünün yolunu tutmuştu. Manchester'a gelirken değeri 20 milyon sterlin'den 13 milyon sterlin'e düşmüştü. Manchester City'de oynadığı dönemde İslam dinine seçip Bilal adını alan Anelka verdiği röportajlarda futbol hayatına Birleşik Arap Emirlikleri'nde devam etmek istediğini ve daha münzevi bir hayatın hayalini kurduğunu söylüyordu. Ama hala 20'li yaşlarının ortalarında ve futbol yaşamının baharındaydı. 2005 yılında hayalini kurduğu Birleşik Arap Emirlikleri'ne gidemese de Fenerbahçe'ye transfer olarak en azından Müslüman nüfuslu bir ülkeye gelmiş oldu. Türk taraftarlar için bu transfer rüya gibiydi... Çok değil, daha 5 yıl önce dünyanın en iyi forvetlerinden biri olarak gösterirken Anelka, Fenerbahçe formasıyla Konya, Kayseri deplasmanlarına gidecekti! Anelka Süper Lig'de 39 maçta 14 gol atsa da Türk taraftarları hayal kırıklığına uğratarak İngiliz Bolton Wanderers takımının yolunu tuttu. İki yıl bu takımın formasını giydikten sonra ise eski formuna kavuştu ve son durağı yine bir İngiliz takımı olan Chelsea oldu.

Sabrın sonu selamet!
Anelka, banliyölerde büyüyen milyonlarca göçmenden biri olarak Fransız futbol ekolü tarafından yaratılmış bir yıldız... Stat ışıkları altında, binlerce taraftarın alkışı eşliğinde sahaya çıkarak milyonlarca kişiyi büyüleyen şanslı yeteneklerden... Ama profesyonelliğiyle yeteneğini koordine edebilmiş, 30 yaşına geldiğinde dünyanın en çok ilgi toplayan liglerinden birinde Gol Kralı olmayı başarbilecek bir disipline de sahip aynı zamanda. Kariyerinin ilk yıllarında yaşadığı talihsizliklerinden üstesinden gelebilecek bir karaktere sahip.
"Hiçbir zaman basının hakkımda ne söylediğiyle ilgilenmedim. Çünkü onlara bir kez cevap verdiğinizde bir daha konuşmama gibi bir lüksünüz kalmaz. Önemli olan kendinize karşı dürüst olmanız. Eğer bir futbolcuysanız, kariyeriniz ortalama 15 yıl sürüyor, bununla birlikte şöhretiniz de son buluyor. İnsanlar sizin hakkınızda konuşmayı bırakıyorlar. O zaman artık yeniden kendiniz olmanız gerekiyor. Uzun süre önce bir karar aldım: Evet, benim hakkımda kötü şeyler düşünüyor olabilirsiniz, bu normal, ama bir gün bunun yanlış olduğunu kanıtlayacağım. Şimdi benim gerçekten sorun çıkaran biri olmadığımı görüyorsunuz. Şimdi gerçekten insanların benim gerçek kimliğimi görmeye başladıklarını düşünüyorum." Anelka, gerçekten de son bir kaç yılda hakkındaki tüm olumsuz değerlendirmeleri bertaraf etti. Onun yeteneklerinden kimsenin şüphesi yoktu, ama herkes onu bir 'problem çocuk' olarak görüyordu. Chelsea'deki parlak günleri ve Milli Takım'daki performansı onu yine baş tacı haline getirdi.

Gelecekte futbol yok

Nicolas Anelka'nın gelecek planları arasında futbola yer yok:
"Ünlü olmakla ilgilenmiyorum. Beni yanlış anlamayın, ünlü olmak kötü bir şey demek istemiyorum ama futbolculuk kariyerimi tamamladığımda başka bir şeyler yapmak ve daha sessiz bir hayatın tadını çıkarmak istiyorum" diyor Anelka. İddialara göre 2002 yılında Le Boulet filminde tecrübe ettiği oyunculuğu geliştirmek istiyor. Boş zamanlarında tenis oynamayı seviyor. Bir Mercedes'i, bir Ferrari'si bir de Cadillac Jeep'i bulunuyor. Ayrıca nostalji kontenjanından 1963 model bir Lowrider'ını garajında tutuyor. En büyük hayallerinden biri de Miami'deki yazlığında, Fransız Milli Takımı'ndan Patrick Vieira, Sylvain Wiltord ve Thierry Henry gibi yakın arkadaşlarını çağırıp dünyanın en iyi plaj futbol takımını kurmak...

Günün Kuralı : Kale, Kale Sahası, Ceza Sahası...


Kale:

Kaleler dikdörtgen şeklindeki sahanın kısa kenarlarının tam ortasında köşelerdeki bayrak direklerinden eşit uzaklıkta olmalıdır. İki yan direk arasındaki mesafe 7,32 metre, yükseklik ise 2,44 metre olmalıdır. Yan direkler ve üst direk aynı kalınlıkta ve en fazla 12 cm olmalıdır. Direkler beyaz renkte olmalıdır.

Kale Sahası:

Her iki yan direğin iç kenarından 5,5 metre uzaklıkta sahanın içine doğru 5,5 metrelik çizgiler çizilir ve kale çizgisine paralel bir çizgiyle birleştirilerek kalenin hemen önünde dikdörtgen bir alan oluşturulur. Bu alana kale sahası adı verilir.

Ceza Sahası:

Kale direklerinin iç kenarlarından 16,5 m uzaklıkta 16,5 metrelik iki çizgi çizilir ve bu çizgiler kaleye paralel bir çizgiyle birleştirilerek dikdörtgen şeklinde yeni bir alan oluşturulur. .Bu alana da ceza sahası adı verilir.

Penaltı Noktası:

Kalenin tam ortasından 11 m uzaklıkta bir nokta belirlenir. Bu nokta penaltı noktasıdır.

Ceza Yayı:

Ceza sahasının önündeki yarım daireye ceza yayı denir. Bu yay penaltı noktasından 9,15 m uzaklığı belirtir. Penaltı atılırken futbolcu topa vurmadan diğer oyuncular ceza sahası ve ceza yayına giremezler.

İllüstrasyon: Meral Erdoğan

26 Mayıs 2009 Salı

Avrupa’nın İlk 5 Liginde Son Durum…


Gelişen ve yaygınlaşan iletişim teknolojileri, küreselleşen dünya ve önemi gittikçe artan uluslararası organizasyonlar futbolseverlerin bulundukları ülkelerin dışındaki liglere de ilgi göstermelerini sağlıyor. Biz de bugün liglerin sona erdiği şu dönemde Avrupa’nın (dolayısıyla dünyanın) en önemli 5 ligine göz çevirelim dedik. Kimler şampiyon olmuş, son durumlar nelerdir?

İspanya Ligi (La Liga)
La Liga’da 38. Ve son hafta maçları oynanacak bu hafta. 37. Hafta sonuna göre Barcelona 86 puanla lider ve şampiyonluğunu ilan etmiş durumda. Real Madrid 78 puanla ikinci ve Sevilla 67 puanla üçüncü olarak Şampiyonlar Ligi’ne katılmayı garantilemiş durumdalar. Atletico Madrid ve Villareal Şampiyonlar Ligi’ne katılma mücadelelerini sürdürüyorlar.
İspanya Ligi’nde değişen fazla bir şey yok. Uzun yıllardır şampiyonluk Barcelona ile Real Madrid arasında gidip geliyor.


İngiltere Ligi (Premier Lig)
İngiltere Ligi’nde de Manchester United’ın hegemonyası artarak devam ediyor. Kırmızı Şeytanlar 3. defa üst üste şampiyon oldular bu yıl. Liverpool ve Chelsea Şampiyonlar Ligi’ne doğrudan katılmaya hak kazanırken Arsenal de eleme maçları sonucu muhtemelen yer alacak devler liginde.
Premier Lig’de Chelsea 3, Arsenal 5 yıldır şampiyon olamıyor. Bu üç takımı Liverpool zorlayabiliyor ancak ki bu yıl ulaştıkları ikincilik derecesi uzun bir aradan sonra gelen bir başarı olarak yorumlanıyor.


İtalya Ligi (Serie A)
İtalya Ligi’nde de değişen fazla bir şey yok. İnter üst üste üçüncü şampiyonluğa ulaştı. 9-10 yıl önceki Lazio ve Roma mucizeleri sayılmazsa Serie A da İnter, Milan ve Juventus’un ezici üstünlükleriyle geçiyor.
Milan ve Juventus Şampiyonlar Ligi’nde; muhtemelen Fiorentine da elemeler sonrası Şampiyonlar Ligi’ne katılacak.


Fransa Ligi (Ligue 1)
Yılın en önemli sürprizlerinden biri Fransa’da yaşandı. Son 7 yılın şampiyonu O. Lyon’un ligi 3. Sırada bitirmesi kesinleşti. Yıllar önce her sene farklı bir şampiyon çıkartarak Türk entelektüel futbolseverinin 1 numaralı gözdesi olan bu lig bir de geriye dönüş mü yaşayacağız bunu önümüzdeki sezon izleyeceğiz.
Son haftaya lider Bordeaux 77 puanla lider girerken ikinci Marsilya’nın 74 puanı var. Lider Bordeaux’un hafta sonu Caen deplasmanından alacağı bir puan mutlu sonu yaratacak.
Bordeaux ve Marsilya doğrudan, Lyon elemeler sonucu muhtemelen Şampiyonlar Ligi’nde olacak.


Almanya Ligi (Bundesliga)
Almanya Ligi’nde Wolfsburg büyük bir sürpriz yaparak şampiyonluğa ulaştı. Bundesliga farklı şampiyonlar çıkarabilen bir lig olmakla birlikte Bayern Münih dışında devamlılık sağlayabilen ekip bulmak konusunda sıkıntılar yaşayan bir lig.
İkinci B. Münih doğrudan Şampiyonlar Ligi’ne katılırken, üçüncü Stuttgart eleme maçları oynayacak.

Fotoğraf: http://www.resimvadisi.com/

Fikstür

Fikstür, lig boyunca yapılacak olan maçların sırası ve tarihidir. Fikstür lig başlamadan çok önce genellikle kura yöntemiyle belirlenir ve olağanüstü bir durum olmadığı takdirde uygulanır.

Kontrpiyede Kalmak

Bu deyim daha çok kaleciler için kullanılır. Kaleci kalenin bir tarafına doğru gelen topu tutmak için kendini attığı sırada top bir futbolcuya veya başka bir şeye mesela sahadaki küçük bir tümseğe çarparak yön değiştirir. Bu durumda kaleci hamlesini yapamaz ya da çok geç yapar. Ve top uzandığı köşenin ters tarafına doğru gider. Buna kontrpiyede kalmak diyoruz. Her kontrpiye durumunda mutlaka gol olacak diye bir şey yoktur.

Kambura Yatmak


İki rakip futbolcu havadan gelen topa doğru hamle yaparlar ancak futbolculardan biri zıplamayıp, zıplamış olan diğer futbolcunun dengesini bozmak üzere ona temas eder. Bu durumda havadaki futbolcu hiçbir yerden destek alamadığı için dengesini kaybedip düşer. Cezası fauldür. Hatta pozisyona göre hakem sarı kart bile gösterebilir. Burada tartışma yaratan şöyle bir durum vardır. Bazen de futbolculardan önce zıplayan diğerinin omuzlarına basarak onun zıplamasını engellemeye çalışır. Hakemler bu iki pozisyonu sıklıkla karıştırabilmekte ve yanlış karar verebilmektedirler.

Röveşata


Futbolun en gözalıcı, en zor hareketlerinden biri belki de birincisidir. Futbolcu (genellikle) rakip kaleye yakın bir yerdedir ve top havadan kendisine doğru gelmektedir. Futbolcu sırtını rakip kaleye döner, ve önce bir ayağını hemen ardından diğerini boşluğa doğru sallar (havada ters takla atmak gibi bir şey). Sonradan kaldırdığı ayağıyla topa vurması gerekmektedir. Yalnız topa vurmayla işi bitmez ve usturuplu bir şekilde de düşmesi gerekmektedir. Kötü düşerse alay konusu bile olabilir. Topa vurduktan sonra havada yan dönerek yüzüstü düşmelidir ki düşerken ellerini kullanabilsin ve harekete son estetiğini de katabilsin.

Santra Noktası/ Santra Yapmak

Santra noktası kısaca başlama vuruşunun yapıldığı, sahanın tam ortasındaki noktadır (bkz. İng. center=merkez), kısaca santra dendiği de olur. Doğal olarak ‘santra yapmak’ da başlama vuruşu yapmaktır.

25 Mayıs 2009 Pazartesi

Şampiyonlar Ligi Finali 2009


2008-2009 sezonunun sonuna adım adım geliyoruz (tabii ki Kuzey yarım küre için geçerli bu durum. Güney yarım kürede kış mevsimine henüz girildiği için ligler yeni başlıyor).

Ülke ligleri biterken şampiyonlar ve tabii küme düşenler belli oluyor. Uluslararası organizasyonlar için de geçerli bu durum. UEFA Finali geçen hafta İstanbul’da oynanmış ve Ukrayna’nın Shaktar Donetsk Kulübü UEFA kupasını kaldırmıştı.

Şimdi futbolla ilgilenen bütün gözler Şampiyonlar Ligi finaline çevrilmiş durumda. Biz de bu konuyla ilgili temel bilgilerin altını bir kez daha çizelim dedik.

Şunu belirtmeliyiz ki Şampiyonlar Ligi Kulüp Takımları organizasyonlarında dünyanın en önemli turnuvasıdır.

Son yıllarda ise bütün dünyada neredeyse bir festival havası içinde geçen Dünya Kupası Finallerini bile gölgede bırakmakta olduğu gözlenmektedir.

Şimdi Şampiyonlar Ligi Finali 2009 için olmazsa olmaz bilgiler:

* Bu senenin en önemli maçı olarak Şampiyonlar Ligi Finali 2009, 27 Mayıs 2009 Çarşamba akşamı TSİ (Türkiye saati ile) 21.45’te, 67.000 kişi kapasiteli Roma Olimpiyat Stadı’nda İngiltere’nin Manchester United ve İspanya’nın Barcelona Kulüpleri arasında oynanacak. Maçın Hakemi ise İsviçre Futbol Federasyonu’ndan Massimo Busacca.

* Barcelona’nın (Barca diye kısaltılır) bu maçtaki en büyük kozu Arjantinli yıldızı Lionel Messi. Manchester United’da(Manu olarak kısaltılır) ise en önemli yıldız Cristiano Ronaldo. Final maçı sadece iki takım arasında değil ayrıca bu iki yıldız futbolcu arasında da olacak ve en çok bu futbolcular birbiriyle kıyaslanacak.

* Barcelona bu kupayi daha önce iki kez kazanırken, Manchester United ise 3 kez kazanmış durumda

Messi ve Ronaldo dışında takımların önemli kozları ise şu isimler :

* Barcelona’dan Samuel Etoo, Thierry Henri ve Carles Puyol.

* M. United’den Rio Ferdinand, Carlos Tevez ve Wayne Rooney.

Herkese huzurlu bir final gecesi dileriz.

Fotoğraf:
http://www.skysports.com/

Diyagonal Pas

Kısaca çapraz pas diyebiliriz (bu arada pas bir futbolcunun ayağındaki topu kendi takımındaki bir başka bir oyuncuya başarılı bir şekilde vermesidir). Özellikle takım ataktayken örneğin sağ taraftaki futbolcunun topu sahanın sol ve daha ileri (rakip kaleye yakın) bir bölümündeki oyuncuya atması durumunu açıklamak için kullanılan bir terimdir.

Hat trick yapmak

(okunuşu hettirik) Bu İngilizceden mülhem terim bir futbolcunun bir maçta üç gol atması durumunda kullanılır.

Örneğin “Semih bir gol daha atıyor ve hat trick yapıyor” gibi.

Beşiktaş Şampiyonluğa Gidiyor…



33. Hafta maçları sonunda İnönü Stadı’nda Galatasaray’ı 2-1 yenerek puanını 69’a çıkaran Beşiktaş şampiyonluk yolunda büyük avantaj elde etti. Beşiktaş’ın gollerini 40. dakikada Bobo ve 59. dakikada Yusuf atarken Galatasaray’ın tek golünü 48. Dakikada Kewel attı. Karşılaşmada Galatasaray’dan Emre Aşık ve Sabri, Beşiktaş’tan ise Yusuf, Ernst, Sivok, Hakan Arıkan sarı kart gördüler.

Bu sonuç
Beşiktaş’ı şampiyonluk yolunda en avantajlı ekip durumuna getirdi. Önümüzdeki hafta sonu oynanacak olan 34. ve son hafta maçlarında Beşiktaş deplasmanda Denizlispor’la karşılaşacak. Denizlispor’un ligde kalması kesinleştiği için Beşiktaş’ın bu maçı kazanması muhtemel görünüyor. Hala şampiyonluk şansı olan Sivasspor ve Trabzonspor’u ise daha zorlu rakipler bekliyor. Sivasspor son maçını deplasmanda Galatasaray’la oynarken Trabzonspor evinde Fenerbahçe’yle karşılaşacak.

Beşiktaş’ın olası şampiyonluğu ile ilgili bilmemiz gereken iki not:

* Beşiktaş 1959 yılından beri oynanmakta olan Türkiye 1. Ligi’nde 9. şampiyonluğunu kazanmış olacak.

* Beşiktaş Teknik Direktörü Mustafa Denizli ise üçüncü kez şampiyonluğa ulaşmış olacak. Mustafa Denizli daha önce 1987-88 sezonunda
Galatasaray’ı, 2000-2001 sezonunda ise Fenerbahçe’yi şampiyonluğa taşımıştı. Beşiktaş’ın şampiyonluğu durumunda Türk Futbolunun 3 büyük kulübünü de şampiyon yaparak tekrarlanması çok güç bir işi başarmış olacak.

Fotoğraf:
http://www.fanatik.com.tr/

24 Mayıs 2009 Pazar

Fenerbahçe Kongresi Sonuçlandı, Aziz Yıldırım Devam Ediyor...

Fenerbahçe olağan kongresi 24 Mayıs Pazar günü akşamı sonuçlandı. Başkanlığa bir kez daha Aziz Yıldırım seçildi. 6401 oyun kullanıldığı, 6335 oyun geçerli sayıldığı kongrede Aziz Yıldırım 5053 oy alırken, rakibi Şadan Kalkavan 1216 oyda kaldı. Kongrenin ilk gününde adaylığını açıklayan Funda Sibel Pala ise 66 oy aldı.

Bu konuyla ilgili olarak aklımızda bulunması gerekenler:


Fenerbahçe’de yönetimler 3 yıl için seçiliyor. Aziz yıldırım ise 11 yıldır sürekli Başkanlık görevini yürütüyor. Aziz Yıldırım, aralıksız 16 yıl (1934-1950) başkanlık yapan, dönemin başbakanı Şükrü Saracoğlu ve çeşitli dönemlerde 12 yıl başkanlık yapan Faruk Ilgaz’ın ardından en uzun süre başkanlık koltuğunda kalan isim. Eğer olağanüstü bir durum olmadığı takdirde bu dönemin sonunda Faruk Ilgaz’ı geçerek en uzun süre başkanlık yapan ikinci kişi olacak. Aradaki oy farkını dikkate alırsak Aziz Yıldırım’ın Şükrü Saracoğlu’nun rekorunu kırması da kesinlikle sürpriz olmayacaktır.

Futbol takımının uzun süredir en başarısız dönemini yaşadığı, medyayla arası ise ezelden beri kötü olan Fenerbahçe’de (muhalefet Şadan Kalkavan’dan çok medya cenahından yapılmıştı), 11 yıl gibi bırakın Türkiye ya da Fenerbahçe’yi dünyanın her yerinde çok uzun bir süre başkanlık yapmış olan Aziz Yıldırım’ın %75’e yakın oy alması şu gerçeği gözler önüne seriyor ki; takım küme düşmediği sürece ve Aziz Yıldırım aday olduğu sürece başkanlık koltuğunda bir başka ismi görmeyeceğiz. Bu da gösteriyor ki “Aziz Yıldırım Fenerbahçe’yi inşaat şirketi sanıyor” vb. kinaye içeren argümanların Fenerbahçe Camiası içinde etkinliği, medyanın bütün desteğine rağmen, olamıyor.

Son olarak Fenerbahçe’ye ve Aziz Yıldırım’a başarılar diliyoruz.

Fotograf:
http://www.fenerbahce.org/